6 Yıl Sonra Türkiye Ziyareti

6 Yıl Sonra Türkiye Ziyareti
Karadeniz üzerinden İstanbul Boğazı

Şubat 2017'de Hollanda'ya taşındıktan sonra ilk kez bu yaz tatil için Türkiye'ye geldim, hem de 4 haftalığına. Bu süreçteki gözlemlerimi yazılı olarak da kayıt altına almak istedim.

İlk duygular

6 yıl boyunca memleketten uzak kalmış olmak, bu ilk yolculuğumla ilgili bende büyük şaşkınlık beklentisi oluşturmuştu. Kesin bir çok yeri tanıyamayacaktım, insanlar çok değişmiş gibi gelecekti falan. Ama şaşırtıcı şekilde, öyle olmadı. Evet şehirler çok değişmişti ama, Türkiye'yi ve özellikle İstanbul'u o kadar yakın takip ediyoruz ki, haberim olmayan bir değişiklik yok gibiydi. Haberim olmasa Çamlıca'daki radyo kulesini görünce şaşırabilirdim. Veya Fikirtepe'deki devasa kuleleri (bildiğimden daha kötü bir manzara ile karşılaştım yine de).

Konu insanlara geldiğinde ise, sanırım FaceTime veya WhatsApp görüntülü görüşmelerinin bu konuda çok yardımı olmuş. Gerçekten bunca zaman hiç bir şekilde görmediğim çok az tanıdığım vardı ve onlardaki değişim şaşırttı. Ancak onlar dışında hiç kimseyle aslında 6 senedir görüşmemişiz gibi hissetmedim. Modern teknoloji gurbet acısını baya hafifletiyor bence.

Türkiye'de turist olmak

Türkiye ne kadar hoyratça kullansak da hala coğrafi olarak çok zengin bir ülke. Bu yüzden yurtdışında tanıştığım arkadaşlarıma Türkiye'yi ve özellikle İstanbul'u görmeleri konusunda teşvik etmekten hiç çekinmedim. Yerlisi olarak bir çok sıkıntının içinde bu güzellikleri farkedemez hale gelmemize rağmen, kısa süreliğine ziyaret ettiğinizde sıkıntılardan ziyade güzellikler gözünüze daha çok geliyor. Tabi, bir süreliğine...

Ben de ilk hafta vapur sefası yaptığımda, boğaz kenarında çay içtiğimde, sahilde yürüdüğümde çok büyük haz duydum. Ancak ikinci haftadan sonra seyirci modundan çıkıp müdahil olma moduna geçince sürtüşmeler ve gerginlikler başladı. 3. haftadan itibaren de Hollanda'nın sükunetini özlemeye başladım. Tabi zamanımın tamamına yakınını İstanbul'da ve 2 büyük şehirde geçirmemin de bunda etkisi büyük. Bir tatil beldesinde olsam muhtemelen bu süre çok daha uzun olurdu.

Ülkenin durumu

Son 6 yılı göz önüne aldığımızda, Türkiye'yi haberlerden (ve genelde muhalif kanallardan) takip eden biri olarak, ülkeye gittiğimde halkın gözünde durumun bizim dışarıdan gördüğümüz kadar kötü olmadığını farkettim. Herkes gergin ve herkes bir şeylerden şikayetçi ancak "gerçekten" bir şeyden dertli olan çok az kişi varmış gibi hissettim. "Düzen" herkesi suç ortağı yapmış gibi. Yayayken araçlardan, araç kullanırken yayalardan şikayet eden, haksızlığa uğrayınca itiraz ediyor görünüp, fırsat bulunca aynı şeyi yapmakta beis görmeyen, "herkes yapıyor" ile vicdanını rahatlatan bir toplum gördüğüme üzüldüm. Bunun son 6 yılda olduğunu veya arttığını iddia etmiyorum. Belki ben biraz ara verince daha çok dikkatimi çekmiş olabilir.

Herşeye rağmen ülkemiz çok dinamik ve enerjik. Tek sorun enerjinin büyük bölümünün boşa akması. Herkes bu potansiyeli doğru kanala yönlendirecek bir hareket bekliyor gibi. Kültürel olarak bireysel hareketlenmeye uzak olduğumuz için de çözümü hep başkalarında arıyoruz.

Trafikteki gerginlik ve yollarımız

Unutup tekrar hatırladığım bir konu da yollardaki gerginliğimiz oldu. Türkiye ile karşılaştırınca Hollanda'da araç ile yolculuk yapmak terapi nevinden sayılabilir. İstanbul'da kısacık mesafelerde bile diğer araçlarla veya yayalarla bir gerginlik yaşamak işten değil. Klakson hala bir iletişim aracı olarak insanları irite etmeye devam ediyor. Araç kullanırken yayalara 5 saniye dahi sabredemiyoruz ancak yaya olunca da sabırsız şoförlerden şikayet ediyoruz.

Trafikteki bu durumları gözlerken, "Hollanda'da bunlar neden olmuyor" diye kafamda karşılaştırınca farkettiğim bir konu, aslında yollarda yaşadığımız bu tarz sorunların bir çoğunun yolların ve genel manada şehirlerimizin tasarımlarındaki (tasarımsızlıkları mi demeli yoksa?) sıkıntılardan kaynaklandığı gerçeğiydi.

İstanbul'daki sokakların çoğunda gerçek manada kullanılabilir bir kaldırım yok. Bu yayaları yollarda yürümeye ve sık sık araçlarla karşı karşıya gelmelerine sebep oluyor. Sokakların tamamına yakınında yolun bir ya da iki tarafının bir sıra araç parkı ile dolduğunu düşünurseniz sıkıntıyı daha da iyi fark edebilirsiniz. Bebek arabası veya tekerlekli sandalye ile buralarda hareket etmeyi konuşmak bile zor. Zaten bu yüzden bebekli aileler veya az da olsa yürüme zorluğu yaşayanlar imkanı varsa kısacık mesafelere bile araçla gitmek zorunda kalıyor. Bu da hem park yerlerindeki hem de yollardaki yoğunluğu daha da artırıp konuyu bir kısır döngüye sokuyor.

Bunların dışında kötü ya da eksik yol çizgileri, tabelalar, tabela konumları ve bozuk yollar da araç kullanırken ekstra dikkat gerektiriyor ve bu da yorgunluk ve gerginlik yapıyor. Evet, bu ziyaretimde İstanbul, Bursa ve Adapazarı'nda araçla bolca yolculuk yaptım ve gerçekten yollarımızın çok kötü durumda olduğunu gördüm. Asfaltlarda çökmeyen veya tümsek halini almayan yama, yol ile aynı seviyede tutulabilmiş logar kapağı, sizi güzelce yönlendiren yol çizgisi bulmak zor.

Çözüm arayanlar için bunların hepsine çözüm olduğunu anlamak için Hollanda gibi bazı Avrupa ülkelerine bakmak bile yeterli. Örneğin aşağıdaki videoda bazı Amerikan üniversitelerindeki akademisyenlere Hollanda sokak planlaması ile ilgili ayrıntıların anlatıldığı kaydı görebilirsiniz.

Ancak ben bunların ülkemizde "bilinmediği" için yapılmadığını sanmıyorum. Bizim de şehircilik uzmanlarımız, çevre mühendislerimiz vardır ancak bir yerde araç trafiğini azaltıp yayaları önceliklendirmek istemek, maalesef o sokağın yerlileri dahil bir çok kişiden, çok yersiz ve bencil sebeplerle (aracını evinin önüne değil de 20 metre ileriye park etmek zorunda kalmak vs) tepki çekecektir.

Türkiye'de geçirdiğim süre boyunca sokaklarda her gördüğüm soruna yol tasarımı değişikliği ile nasıl çözüm bulunabilirdi diye düşünmekten kendimi alamadım. Bence çözümsüz bir sorun da değil bu konu gerçekten. Umarım her gün bizi yiyip bitiren, enerjimizi tüketen bu konularda bir gün gerçekten bir şeyler yapmaya niyetleniriz.

Bu arada, İstanbul'da 1 ay boyunca her yere mümkün mertebe Marmaray, Metro veya vapur kullanarak gittim, hiç otobüse binmedim. Marmaray gerçekten harika bir ulaşım aracı olmuş. İstanbul'da yaşasam kesinlikle raylı ulaşıma yakın bir yerde oturmak isterdim. Bu kesinlikle şehri daha yaşanılabilir hale getiriyor. Vapurlar ise en çok özlediğim şeylerden biriydi. Vapurla seyahat etmekten de yine çok zevk aldım. Keşke bütün kıyı şeridine deniz yoluyla toplu ulaşım mümkün olsa.

Ekonomi

6 yılda en çok değişen şeylerin başında hiç kuşkusuz "fiyatlar" geliyor. Öyle ki, artık benim için Türk Lirası, Japon Yeni gibi tanımadığım bir para birimi halini almış. Bir yerde "Pizza 280 TL" diye bir fiyat görünce bu bende ucuz/pahalı manasında hiç bir bilgi vermedi. Bunun temel sebebi fiyatları Euroya çevirdiğimde dahi aralarda denge kurmakta zorlanmam ve fiyatların çok hızlı değişmesi oldu. Bazı şeyler euroya çevirince ucuz olurken, bazıları Hollanda ile yarışır düzeyde pahalıydı. Her şeye çok hızlı zam geldiği için arada şiraze kaçmış, bazı ürünler veya sektörler (ulaşım mesela) hızlı zamlara yetişemediği için nispeten ucuz kalmış ancak bazı sektörler ise (gıda ve hizmet sektörü) haftalık gelen zamlarla uçmuş. Hala "Hollandalı bir turist" olarak Türkiye'de çoğu şeyin Hollandadan (euro bazında) daha uygun olduğu bir gerçek ancak halkın genelinin alım gücü değerlendirildiğinde durumun sıkıntılı olduğunu tahmin ediyorum. "Tahmin ediyorum" diyorum zira bu pek görünmüyor. Restoranlar, alışveriş merkezleri, yollar hep dolu. Tabi bunda İstanbul'un aşırı nüfusu da etkilidir muhakkak.

Fiyatlarla ilgili bir kaç ilginç anektod aktarmam gerekirse:

  • 1 ayda 3 kez aynı aracın (opel corsa) deposunu doldurdum. Ödediğim tutarlar şu şekildeydi: 900 TL, 1100 TL, 1400 TL
  • Duyduğum kira tutarları dudak uçuklatıcı idi. Yüksek -görünen- kiralar ödemelerine rağmen hala ev sahiplerini memnun edemedikleri için kavgalı durumda olan arkadaşlarımın hikayelerini dinlemek de can sıkıcıydı.
  • Otomobil fiyatlarını aklım almıyor. 5 yaşındaki ikinci el bir aracın fiyatının euro karşılığı o aracın Hollanda'daki sıfır modelinin fiyatından %50 daha fazla (Hollanda'da araç fiyatları Almanya'dan çok daha fazla). Sıfır otomobil alıp, ileride satmak üzere kapalı otoparkında bekletenleri duyunca konunun nasıl kangren bir hal aldığını anlayabiliyorsunuz.

Dönüş

Yukarıda dediğim gibi, 4 hafta sonunda Hollanda'ya özleyerek döndüm. 6 yılda Hollanda'daki hayatımı oldukça benimsediğimi farkettim ve buna sevindim. Ama aile ve arkadaşlarımı dünya gözüyle görüp, onlara sarılabilmek çok güzeldi. Yanyana olabilmenin farkını tekrar anımsadım. Mesafeler gitgide kısalıyor. Sabah kahvaltımı İstanbul'da yaptıktan sonra ögle yemeğimi Hollanda'daki evimde yiyebiliyorum. Daha da konforlu, ekonomik ve çevre dostu ulaşım imkanlarıyla "akşam oturmasına" İstanbul'a gelip Hollanda'ya dönebileceğimiz günleri de ahir ömrümüzde görebileceğimi ümit ediyorum.

Me on Mastodon: https://synaps.space/@murat