Türk Mûsikîsi'ni Keşfetmek
Çok değil daha 6-7 ay öncesine kadar Klasik Türk Müziği veya Türk Tasavvuf Müziği benim için birkaç dakikadan fazla tahammül edilemeyecek ve dinlenmesi zorunlu olduğunda hemen uyku moduna geçilecek müzik türleriydi. Klasik Müzik türünü de aynı potaya koyarak, bu müzikleri hayran hayran dinleyenlere ben de hayran hayran bakar, bazen kendimi saf gibi hisseder, onca insan için bu kadar bariz bir güzelliğe karşı -kasıtlı olmasa da- bu kadar lakayt olabilmeme şaşırırdım.
Ekim ayında Ney Kursuna gitmeye başladığımdan beri herşey değişti. Ney hocam İsmail Hakkı Okur, zaten hayran olduğum ney’in inceliklerini bize gösterirken, bir yandan da Türk Mûsikîsi hakkında nazariyat bilgileri vermeye başladı. Ve hep kendi kendime sorup cevap bulamadığım “bunca insan bu müzikte ne buluyor” soruma, hocam sayesinde cevaplar bulmaya başladım. Anladım ki bir müzik nasıl dinlenmesi gerektiği bilindiğinde mesajını almak mümkün olabiliyor. Makam’ı öğrenince, usul’ü kavrayınca, yorumu farkedince artık müzikden zevk alamamak, onunla başka alemlere göçmemek en boş kalpler için bile imkansızlaşıyor.
Daha ilk derste Itrî’yi keşfettim. Aslında hemen her müslüman Türk’ün içine işlemiş Itrî’yi ismen yeni keşfediyordum. Tekbir ve Salat-ı Ümmiye eserlerini o kadar benimsemişiz ki, ben onların birer beste olabileceğini bile hiç düşünmemiştim. Ve öğrendim ki; Tekbir, bir çok müzisyen tarafından dünyanın en iyi bestesi olarak gösteriliyor.
Sonra Göksel Baktagir’i, İncesaz’ı farkettim. Daha öncelerde de dinlediğim eserlerini artık dikkatle dinleyince farklı bir lezzet almaya başladım. Birçok konserlerinde müthiş performanslarına, etkileyici yorumlarına bizzat şahit olup ürperdim.
Her ilim ve sanat insanın dünyaya bakışını, yorumlayışını derinden etkiliyor. Türk Müziği de beni bu alanlarda çok etkiledi. Artık daha dingin bir ruh halindeyim. Aşk, sevgi, umut, hüzün kelimeleri beni daha çok etkiliyor. Zira aşkı bir de bir bestekardan dinlemiş olmak, zihnimde, ruhumda yerini daha bir sağlamlaştırıyor. Artık en büyük zevklerimden biri Çamlıca’ya çıkıp İstanbul’a nazır Türk Müziği dinlemek. Eski İstanbullulara gıpta eder oluyorum; İstanbul’un tüm güzelliğiyle, Türk Müziğinin en iyi icracılarının bizzat icralarıyla yaşamak, hayatı bu ruh haliyle devam ettirmek müthiş bir şey olsa gerek.
Ve sonuç; artık pop müzik dinleyemiyorum… Evet, dinleyemiyorum çünkü çok basit geliyor. Ne sözler, ne müzikler, ne yorumlar, hiçbiri dinlediğim onca Türk Müziği eserinden hiçbirinin eline su dökemiyor. Benim üzüldüğümse başka; 24. yaşıma giriyorum, ve ben kendi kültürümüz olarak görünen Türk Müziği’ni daha yeni yeni sevmeye, öğrenmeye başlıyorum. Hafızamda pop şarkı sayısı kadar Türk Müziği eseri yok. Bu eksiklikle eğitim hayatımı bitirmek üzereyim ve bu eksiklikle belki de hayatımın büyük bir bölümünü geçirmiş bulunmaktayım. Umarım hayatımın geri kalan bölümünde bu eksiği telafi edebilecek kadar müziğimizle hemhâl olabilirim. Ve umarım, insanımız için müthiş bir derya olan mûsikîmiz daha çok kişi tarafından keşfedilir, daha çok kişi bu deryadan ceplerine birşeyler doldurabilirler…