Musiki İnkılabı’na mizahcı bakışı: Mutlu Ol! Bu Bir Emirdir
Sosyal altyapısı çok öncelere, ta Dede Efendi zamanlarına dayanan, ancak toplumsal etkilerinin Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde daha bariz olarak hissedildiği, Batı Müziği’nin el üstünde tutulmaya başlanıp, Türk Müziği’ninse hor görülmeye başlanmasıyla, bir dönem sanat hayatımıza damga vuran “Musiki İnkılabı” sürecinin sancılarını ve yansımalarını hâlâ üzerimizden atabilmiş değiliz. Bütün sistemlerin tekrar elden geçirildiği Cumhuriyet’in ilk yıllarında, bu yaklaşım da, bir devrim olarak kendini göstermiş ve tarih kitaplarında yer edinmiştir. Müzik Devrimi diye tabir edilen devrim, bakın bize üniversitede okutulan bir İnkılap Tarihi kitabında nasıl tanımlanıyor:
“Türk Devrimi, en zor mücadelelerinden birisini de, müzik eğitimi alanında vermiştir. Milleti uyuşukluğa, bezginliğe sürükleyen Arap-Bizans karması müziğin yıkılması, yerine dinamik, çağdaş Milli Türk müziğinin getirilmesi gerekiyordu. Bu amaca ulaşmak için, 1925′te açılan Dar-ül Elhan’da 1928 tarihinden itibaren bu tür müzik türü yasaklanmıştır.”
“Milleti uyşukluğa, bezginliğe sürükleyen Arap-Bizans karması müzik” ile Dede Efendi‘nin, Itrî‘nin müziğinin kastedildiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Tabi, bu yasaklama devrimin bir yönü, ancak Musiki İnkılabı’yla ilgili küçük bir araştırma yapan herkes görecektir ki, Türk Müziğinin radyolarda ve umuma açık yerlerde çalınıp söylenmesi de 1 yıl 9 ay kadar bir süreyle yasaklı kalmıştır. Tabi bu yasak ve fikriyatın yansımaları Türk Müziğine ve musikişinaslarına bakış açısındaki aşağılama ile kendini uzun yıllar göstermiştir. Devrin nadide musikişinasları, uzun süreler sahne alamamış, hor görülmüş, ancak özel meclislerde çalıp söyleyerek müzik çalışmalarına devam edebilmişlerdir. Bazı musikişinaslar, hayatını idame ettirebilmek adına, meyhanelerde icra etme yolunu tutmuş, bazıları ise çareyi zorlama Batı Müziği uyarlamaları yapmakta aramıştır. Hatta arabesk müziğin doğuşu bir çok kişi tarafından bu yasağa bağlanmıştır. Zira bu süreçte Batı Müziği dinlemek istemeyen halk, kendi sevdiği müziklere daha çok benzeyen Mısır radyolarını dinlemeye başlamış ve zamanla da bu müziği benimsemiştir.
Cumhuriyet’in kuruluş aşamasındaki her uygulamayı ve fikri eleştirmek gibi, Musiki İnkılabını eleştirmek de, bir çok kişi tarafından, Atatürk’ü ve Cumhuriyeti eleştirmekle eşdeğer tutulduğundan, bu konuda eleştirel birşeyler söylemek, malesef cesaret isteyen bir iştir. Musiki İnkılabıyla ilgili bir doktora tezi araştırması yapmayı düşünen bir arkadaşıma, müziğimizin yaşayan nadide hocalarından Alâeddin Yavaşça, “Ben yaşımı başımı almışım, bu konuda ben birşeyler söylesem benim için çok birşey ifade etmez. Ancak sen daha gençsin. Bu konuda birşeyler yazmakla bir çok şeyi göze almak zorundasın” diyerek uyarmıştı.
Bu aralar internette popüler olan bir kısa film var. Sinan Çetin‘in “Mutlı Ol! Bu Bir Emirdir” adlı kısa filmi işte tam bu konuya mizahi açıdan bir parmak basıyor. Aşağıda seyredebileceğiniz kısa film, bu uzun süreci birkaç dakikada özetleyebilecek, belki biraz abartılı ama yerinde bir eleştiri getiriyor. Tabii, bu film bu kadar beğenilip ilgi görünce, birileri hemen konuyu siyasi ve ideolojik ortamlara çekip, yönetmeni Cumhuriyet rejimini tenkid etmekle itham etmekten geri kalmadı.
Filmde alay edilen ne Cumhuriyettir, ne de bir kaç şahsiyettir. Alay edilen, İnkılap Tarihi kitaplarına dahi giren, yukarıda verdiğim bir pasajdaki fikriyattır. Hâlâ sanat dallarını, çeşitlerini birbirine üst ve alt gören zihniyette bir çok insan var. “Resim 2, heykelse 3 boyutlu. O zaman heykelcilik, resme göre daha kaliteli bir sanattır” der gibi, tek sesli müziğimizi, çok sesli müzik karşısında aşağılayanlar, malesef cahil insanlar da değillerdir.
Bu meyanda, Sinan Çetin’in bu eleştirileri göze alarak böyle bir kısa film çekmesinden ötürü kendisini tebrik ediyorum. Bu tartışmalar Cumhuriyet veya Atatürk üzerinden yürütüldüğü sürece hiçkimseye bir faydası olmayacak, bilakis zarar verecektir. Ama yakın tarihimizde ve “hâlâ” vaki olan bir durumu tartışmak, üzerine akl-ı selim biçimde kafa yormak da üzerimize vazifedir. “Hepsi” demek yerine “O mu, bu mu” diye bir tercih zorlamasıyla karşılaşınca “hiçbiri”nden anlamıyoruz ve “hayat damarlarımızdan biri kopuş” oluyor. Bu yanlıştan dönülmesi ümidiyle…
Not: Musiki İnkılabı konusunda okumalarım ve araştırmalarım devam ediyor. Aslında etraflıca bir araştırma yazısı yazmak için bekliyordum ancak bu kısa film etrafında dönen tartışmalar hakkında fikrimi yazma ihtiyacı hissettim. İnşaallah yakın zamanda daha ayrıntılı bir araştırma yazısı kaleme alabilirim.