Yurtdışına Beyin Göçünün Türkiye’ye Faydaları
Başlığı tık tuzağı olarak görenler olacağını tahmin edebiliyorum. Hatta 2 yıl önce Clubhouse hayatımıza hızlı bir giriş (ardından da hızlı bir çıkış) yaptığında, aynen bu başlıkta bir yayın başlatmıştım ve gelenlerin bir kısmı bu başlığı dalga geçmek veya dikkat çekmek için attığımı düşünmüştü (Bu arada o tartışmadan da çok faydalanmıştım). Ama hayır, gerçekten de bu yazıda Türkiye’deki özellikle son dönemde iyi üniversitelerden mezun veya ülkenin önde gelen firmalarında başarılı rollerde görev alan bir çok kişinin yabancı ülkelere göçmesinin “Türkiye için” ne faydaları olabileceği konusundaki düşüncelerimi paylaşacağım. Buna ister polyannacılık deyin, ister naiflik, ister fazla iyimserlik, ancak yine de “farklı bir şey söyleyebilmek” ümidiyle bu düşüncelerimi yazmak istedim. Öyle ya, beyin göçünün ülkenin geleceği adına oluşturduğu karamsar tabloyla ilgili zaten hemen her gün bir şeyler yazılıyor, söyleniyor. Bir de konuya farklı bir açıdan bakalım.
Tabii ki, üzerine onca emek harcanmış, eğitimi ve sağlığı için ülke olarak yatırım yapılmış bireylerin ülkesine bu emeğin karşılığını verebileceği verimli dönemlerinde başka ülkelere göç ederek temelde oranın ekonomilerine katkıda bulunmaları ve bunun yaygın bir durum haline gelmesi, bir ülkenin ekonomik ve sosyal durumu için ve geleceği için üzücü bir tablodur. Bu aşikar.
Ancak, eğer bir ülkede
- Bilim değersizleşmiş
- İdeolojik kamplaşma artmış
- Siyaset hayatın her alanına hükmetmiş
- İşler liyakate, iş kalitesine göre değil, "kendinden" olanlara verilir hale gelmiş
- Terör, hukuksuzluklar, özgürlük alanlarının daraltılması, sağlık endişeleri insanların işine odaklanabilmesine imkan tanımaz hale gelmiş
- Can ve mal güvenliği endişesi, çocuğunun güvenli ve huzurlu bir ortamda büyütülememesi ve iyi bir eğitim alamaması korkusu baskın hale gelmişse
burada, bilim insanları, mühendisler, eğitimli, üretme çağındaki bireyler ülkelerinde dursalar bile ülkelerine yeterince faydalı olamayacaktır. Ülkeleri için faydalarının olamaması bir yana, işleri dışında bir çok ilgisiz konuyla enerjilerini tüketecekleri için, uzmanlıklarında da körelmeye başlayacak, zaten açık ara geride kaldıkları dünyadaki diğer çalışmalardan iyice kopacaklardır.
İşte duruma bu açıdan baktığımda, bu insanların yurtdışına çıktıklarında, ilk başta ülkelerine çok faydalı olamasalar bile, en azından kendilerini zinde tutma, geliştirme, ailelerini ve çocuklarını iyi yetiştirebilme ve genel manada insanlığa faydalı olabilme imkanlarına sahip olabilmeleri ve -belki- bir gün tekrar bir imkan oluştuğunda, gelişmiş üretim kapasitelerinden ve ürettiklerinden ülkelerinin de faydalanabilme potansiyelinden dolayı, uzun vadede Türkiye için birer ümit tohumu olarak yaşamlarına devam edebileceklerini düşünüyorum.
Biraz açayım; 7 yıl önce 9 aylık bebeğimizle birlikte Hollanda’ya göçmemizden aylar önce, uzun yıllardır yoğun siyasetten, terör eylemlerinden, kangren şehir hayatlarımızdan yorgun ve bitap düşmüş bir haldeydik. Bir yazılım mühendisi olarak Türkiye’nin adı en önde gelen firmalarında başarılı işler yapan biri olmama rağmen zihnimi işime vermekte zorlanıyordum. Bir aksiyon dizisinin son sezonundaymış gibi, sıradışı olaylara her gün daha az şaşırabilir hale geldiğimiz bu zamanlarda, uzun yıllardır hayalini kurduğum kendi işimi kurmaya da girişmiştim ancak ne ekonomik şartlar, ne sosyal şartlar bana daha iyi bir gelecek vadetmiyordu. Kendi adıma yaşadığım ümitsizlik, yeni bebeğimizin geleceğini düşündüğümüzde yerini kaygıya bırakıyordu. Öyle ya, biz artık bu durumu kanıksamaya başlamış, psikolojimizi koruma konusunda kendimizi geliştirmeye çalışıyorduk ama, en azından çocuğumuz böyle bir ortamda büyümeseydi. Onu nasıl koruyacaktık? Özel okullar, izole semtler, izole hayatlar peşine mi koşacaktık? Buna ekonomik gücümüz yetecek miydi? Peki bunlara ulaştığımızda huzurlu olacak mıydık? Tüm sorular cevapsız kalıyordu.
Tüm bu kafa karışıklığının ortasında gelen Hollanda’da çalışma ihtimalini pek düşünmeden kabul edip, süreç boyunca da fazla enine boyuna incelemeden, 3 ay içerisinde evimizi, ailemizi, düzenimizi bırakıp, 9 aylık bebeğimizle daha önce hiç görmediğimiz bir ülkeye geri dönmemek üzere yola çıktık. Bu üzerinde düşününce gerçekten zor bir karar. Bazen hala geriye dönüp baktığımda bu kararı nasıl bu kadar hızlı verebildiğimize şaşırıyorum.
Hollanda’ya geldiğimizde bir çok zorluk yaşadık. Yabancı dile adapte olmak, 1 yaşında bir bebekle gurbette yalnız kalmak, yeni bir çalışma kültürü ve sosyal hayata alışmak gerçekten zaman alan, zorlayıcı bir tecrübe. Ancak sosyal ve şehir hayatındaki dinginlik, her alanda muhatap olduğumuz hemen herkesin güler yüzlü yardımsever tavrı, sana kendine dönmek ve dinlemek için sayısız imkan veren yaşam tarzı bizi hızlıca içine çekti ve ilk 1-2 yıl içerisinde temel sorunlarımızın çoğunu aşmış olduk. Ben gerçekten kalite kaygısıyla ve insani şartlarda çalışan uluslararası bir ekipte rol alarak 1-2 yıl içerisinde hem yazılım tecrübemi hem iş hayatı görgümü 2-3’e katladığımı hissederken, küçük çocuğumuz her renkten ve kültürden çocuklarla bir arada olduğu, evimize yürüme veya bisiklet mesafesindeki kreş ve okullarda (okullar tamamen ücretsiz), hayata 3 dille başlamış, bir dünya vatandaşı olma yolunda ilerliyordu. Eşim Türkiye’deyken hissettiği bir çok sosyal, kültürel veya duygusal engelden sıyrılıp, yeni imkanlara, yeni çevrelere açıldı. Gelmemizin üzerinden 1 yıl geçmeden neredeyse hiçbir yatırım yapmadan, aylık kiramızdan daha düşük bir kredi ödemesiyle bahçeli bir ev sahibi olmuş, hemen ertesi ay da kira ve mortgage kredisi arasındaki fark kadar bir aylık ödeme ile, hiçbir peşinat ödemeden Türkiye’de kullandığımız arabanın bir üst modeli bir araba sahibi olmuştuk. İstanbul’da tek başına trafiğe çıkmaya çekinen eşim, Hollanda’da gece şehirler arası yolculuk yapmaktan çekinmez hale geldi.
7 yıldır Türkiye’de olsak, hayal edebileceğim en iyi hayatım sanırım şu olurdu: Ege’de bir sahil kasabasında bir apartman dairesine taşınmış olurduk (zira orada da müstakil bir ev alabileceğimizi sanmıyorum). O bölgede bulabilmişsek çocuğumuzu güzel -ve pahalı- bir özel okula yazdırmış olur, bir servise bırakmaya kıyamayacağımız veya toplu taşıma kullanmayı tercih etmeyeceğimiz için de her gün kendi arabamızla okula bırakıp getirirdik. Tabi çocuğumuzun zihnini maruz kalacağı Milli Eğitim müfredatından korumak için de yine de ekstra çaba gösteriyor olurduk. Ben girişimciliğe tövbe etmiş şekilde, belki yurtdışında beni sadece ucuz iş gücü olarak görmeyecek bir firmaya uzaktan çalışıyor olurdum. 7 yıldır devam eden ekonomik ve siyasi gündem psikolojilerimizi daha da yıpratmış ve artık gündemden nasıl uzak kalabileceğimiz konusunda çıkış yolları arıyor olurduk.
Gelin şimdi bir de bundan 20 yıl sonrası için öngörülerde bulunalım...
Uzun yıllardır yurtdışına göçmüş bireylerimizin büyük çoğunluğunun bu şekilde kapasitelerinin tamamına yakınını kullanabildikleri ve çocuklarını iyi eğitimlerle donatabildikleri bir süreci öngördüğümüzde, gerek direkt göçen kişilerin, gerekse de çocuklarının ekonomik ve sosyal olarak etkili yerlerde görev almalarının önünde engel görünmüyor. Bu kişilerin doğup büyüdüğü veya hala bir çok sevdiğinı barındıran Türkiye'ye karşı sevgi ve ilgi bağının kopmayacağını da görürsek, Türkiye bu durumda bu yetişmiş ve başarıya ulaşmış bireylerden ekonomik veya sosyal olarak fayda sağlama imkanına sahip olacaktır. Bunu siyasal veya ideolojik bir arkaplana dayandırmadığımın altını çizmek isterim. Gayet insani ihtimallerden bahsediyorum. Örneğin; yurtdışında çok başarılı bir işveren haline gelen bir Türk, uygun şartlar oluştuğunda işini başka bir ülke yerine Türkiye'ye fayda sağlayabilecek bir yönde geliştirmeyi düşünebilir. Veya sosyal olarak etkinliği olan bir sanatçı, sporcu veya bilim insanı olduğunda, bir çok durumda Türkiye'ye dışarıdan etkili bir destek olabilir.
Bunun çok bariz örneklerini zaman zaman görüyoruz da zaten. Pandemi döneminde buldukları aşı ile tüm dünyada büyük etkide bulunan Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin Türk olmasının avantajını o zamanki hükümetimiz aşı temininde öncelik kazanma konusunda kullandı. Bu bilim insanlarının bu başarılarına Türkiye'deyken erişmelerinin ne kadar mümkün olup olmadığı gibi konular da uzun uzun tartışıldı.
Bir diğer örnek olarak, 6 Şubat Kahramanmaraş depremine yapılan yardım çalışmalarında, Hollanda'da sevilen ve başarılı bir müzisyen olan Karsu'nun katkısı verilebilir. Yardım çalışmalarındaki aktif katkısı sayesinde deprem konusu Hollanda'nın gündemine çok daha fazla geldi ve bölge için çok daha fazla yardım toplandı.
Bunun gibi örnekler eminim çoğaltılabilir ve daha da çoğalacaktır. Demek istediğim, birisinin bir ülkenin vatandaşlarının menfaatine bir şey yapması için illa o ülkenin sınırları içinde yaşaması gerekmiyor. Bilakis bazen dışarıda olması daha büyük faydalar dahi sağlayabiliyor. Bizim de olaya duygusal ve kuru bir milliyetçilik ile herkesi bulunduğu yerde tutmak için uğraşmak yerine, herkesin kendine, ailesine, toplumuna ve nihayetinde tüm insanlığa en faydalı olabileceği yerde yaşamını sürdürmesini teşvik etmek daha makul olacak diye düşünüyorum. Ve tabii ki ülkemizi daha yaşanılabilir, üretime daha çok değer ve destek veren bir yer haline getirmek için de çabalamaya devam etmeli.